SUNUŞ: Son yıllarda, bir çığlık anlamına da gelecek bir şekilde, “özel bir dönem” yaşadığımızı, demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan hakları ortamındaki tahribatın son derece kaygı verici olduğunu hep paylaşageldik. 2015 Tedavi ve Rehabilitasyon Merkezleri Raporu’nun sunuş yazısında ise 2015 Temmuz ayından itibaren yeniden başlayan ve yakın dostlarımızı da yitirdiğimiz çatışma ortamı, özellikle de tahayyül etmekte bile zorlandığımız “aralıksız sokağa çıkma yasağı” uygulamaları ile yaşanan sürecin tüm yıkıcı etkilerini hissettiğimizi ve yaşadığımızı paylaşmış idik. Yanı sıra özellikle 2015 yazından itibaren yine yakın dostlarımız dahil çok sayıda insanın yaşamını yitirmesine yol açan pek çok yerdeki sivilleri hedef alan canlı bomba ya da saldırıların toplumsal yaşamın temel dokusunda ve temel güven duygusunda ne denli derin hasarlara yol açtığını hep birlikte yaşamaktayız. İnsan hakları açısından zaten ağır ve ciddi ihlallerin yaşandığı böylesi bir ortamda 15 Temmuz 2016 tarihindeki askeri darbe girişimi ardından ilan edilen OHAL uygulama sürecinde ise her boyutta yaşanan yeni hak ihlalleri ve değer yitimi ile bütünüyle açığa çıkan büyük kötülüğün ne denli yıkıcı olduğunu her birimiz derinden yaşamaktayız. Yakın bölgemizde uzun yıllardır yaşanmakta olan savaşın etkilerini de her geçen gün daha yakıcı biçimde hissetmekteyiz.
Kimi açıklamalarımızda da yer verildiği gibi, “önceki dönemlerde hakların orantısız sınırlandırılması, devlet adına görev yapanların yetkilerini aşırı kullanması ya da hak ihlallerine süreklilik kazandıran cezasızlık gibi sorunlar söz konusuyken, 2015 Temmuzundan sonra fiilen, 2016 Temmuzundan sonra ise hukuken ilan edilen olağanüstü hal ve ardı ardına çıkarılan KHK’lar sonucunda çok daha temel ve varoluşsal bir sorunla; “hak öznesi olmayan insanlar sorunu” ile karşı karşıya kalınmıştır.”
94 yıllık Cumhuriyet tarihinin 42 yılı “resmi” olağanüstü rejim uygulamaları ile geçen ülkemizdeki mevcut bu durum herkesin tanık olduğu gibi sadece ülkemiz ile sınırlı değil. Olağanüstü hal dünya ölçeğinde yaşanan bir duruma dönüştü. Dahası “Bir Daha Asla” temel sloganı ile yola çıkılarak Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nde vücut bulan evrensel insan hakları değerlerini yaşamsal bir tehlike ile karşı karşıya bırakan bir insanlık kriziyle karşı karşıyayız.
Ne yazık ki insan hakları mücadelesinin kazanımlarını bir yanı ile onlarca yıl geriye götüren bu süreci önleyemedik. Bununla birlikte bu kötücül sürecin önlenebilmesi ve insan hakları ortamının güçlendirilmesine yönelik çok farklı kesimden insan hakları aktivistlerinin bu süreçteki olağanüstü çabaları göz önünde tutulmalıdır. Hele de bu süreçte pek çok dostumuzun, ne yazık ki, yaşamını yitirdiği, gözaltına alındığı, tutuklandığı, hapsedildiği, ülkeyi terk etmek zorunda kaldığı, kamu görevlerinden ihraç edildiği, pek çok soruşturmaya maruz kaldığı, kurumlarının kapatıldığı ya da baskı altına alınmaya çalışıldığı gerçeği göz önüne alındığında; bu olağanüstü çabaların ne kadar kıymetli olduğu hem dün hem bugün hem de yarın için açıkça anlaşılacaktır. Kuşkusuz bunca çabaya karşın derin tahribat yaratan bu sürecin önlenememesi bugün ya da bundan sonra önlenemeyeceği anlamına gelmemektedir. Tarihsel anlamda kötücül bir dönem içinde olduğumuzun farkındayız. Ancak tüm bu yaşananların sağlık alanında sıkça dillendirdiğimiz gibi insan eliyle gerçekleştirildiğini dolayısı ile “kader” olmadığını, geçici olduğunu ve kısa bir süre içinde önlenebileceğini de biliyoruz…
1980’lerdeki doğrudan “resmi” OHAL ortamında kendini var eden ve çıkışından itibaren “olağanüstü koşullarda insan haklarını savunma ve geliştirme” çabasında olan insan hakları hareketinin biriktirdikleri önemli bir imkandır. Kuşkusuz olağanüstü değerli çabalara karşın yaşanan tahribatın önlenememesi, insan hakları hareketinin uzun tarihini ve bizzat kavramlarını eleştirel bir gözle ve canlı deneyimler ışığında ele alınmasını gerekli kılmaktadır. Bu doğrultuda önceliğimiz insan hakları hareketini acilen güçlendirmek, etki alanını olabildiğince geliştirmek, yaşanan derin acıların son bulması ve elimizden, dahası ufkumuzdan çıkarılmak istenen insan haklarına dayalı bir ortak yaşam idealini geliştirmek için çok daha fazla çaba göstermek olmalıdır.
Tahayyül etmekte bile zorlandığımız olaylar yaşadığımız bu günlerde; bir yandan geç kalmışlık ve derin yetmezlik duygusunu yaşarken, diğer yandan pek çok ortam gibi tüm vakıf ortamının da olağanüstü bir çaba içinde olduğunun ve tüm eksikleri ile birlikte nitelikli çalışmalar yürütmeye çalışıldığının da hissedilmesinde yarar var. Her düzeyde yaşadığımız bu “özel bir dönemin” raporunu, hele de tüm ruhu ile yazabilmenin sınırlarını göz önünde tutarak sunuş bölümünü yazan arkadaşınız olarak, gerek yapılması gerekenler konusundaki, gerekse de rapordaki tüm eksiklikler nedeniyle öncelikle bir kez daha özürlerimi sunmak isterim.
Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV), her yıl hazırladığı tedavi ve rehabilitasyon merkezleri raporu ile yıl boyunca işkence, diğer zalimane, insanlık dışı muamele davranış ve cezalandırmalara maruz kalan kişiler için tüm temsilcilikleri tarafından organize edilen fiziksel ve ruhsal tedavi ve rehabilitasyon hizmetinin dokümantasyonunu paylaşmaktadır.
1990 yılında Türk Tabipleri Birliği (TTB) ve İnsan Hakları Derneği (İHD) ortamındaki çabaların sonucu olarak 32 insan hakları savunucusu aydın ve tüzel kişinin varlığı ile İHD tarafından kurulan TİHV, 27 yıldır işkence görenlerin tedavi ve rehabilitasyon hizmetlerine erişimlerine katkı sağlayan, işkencenin belgelenmesi ve önlenmesine ilişkin çalışmalar yürüten uluslararası tanınırlığı ve saygınlığı olan bir insan hakları örgütüdür. Ayrıca tüzüğünün amaç ve hizmet konularını düzenleyen 3. maddesinde de belirtildiği gibi uluslararası insan hakları belgelerinde ve iç hukukta tanımlanan tüm insan hak ve özgürlükleri konusunda süreli ya da süresiz yayın ve dokümantasyon, bilimsel araştırma ve eğitim yapmak da kuruluş amaçlarındandır.
TİHV, halen Ankara, Diyarbakır, İstanbul ve İzmir illerindeki dört tedavi ve rehabilitasyon merkezinde işkence görenlerin tedavi ve rehabilitasyonuna yönelik çalışmalarını sürdürmektedir. Ayrıca 17 Ekim 2015 tarihinde çalışmalarına başlayan Cizre “referans merkezi”’nin çalışmaları, tüm zorluklara karşın, her geçen gün daha da kuvvetlenmektedir.
TİHV’in işkence gören kişilerin fiziksel, psikolojik ve sosyal sorunlarının çözümüne yönelik sunduğu bu hizmet, başta sağlık çalışanları olmak üzere çok farklı uzmanlık alanından sayıları yüzlerle ifade edilen profesyonel ve gönüllü ekipler tarafından multidisipliner bir yaklaşımla gerçekleştirilmektedir.
TİHV, kuruluşundan 2017 yılına kadar 16.262 işkence ve diğer kötü muameleye maruz kalmış kişinin ve onların yakınlarının tedavi ve rehabilitasyon hizmetine erişimlerine katkı sağlamıştır. Tedavi ve rehabilitasyon merkezlerimize 2016 yılında işkence gören ve onların yakını olarak 487 kişi başvurmuştur. Bunların 311’i (%64) 2016 yılı içerisinde işkence ve diğer kötü muameleye maruz kalan kişilerdir.
Diğer yandan tedavi ve rehabilitasyon merkezlerimizin bulunmadığı illerden başvuru kabulüne yönelik 1993 yılından itibaren sürdürdüğümüz çalışmalar 2016 yılında da devam etmiş ve bu kapsamda 2016 yılında 56 başvuru olmuştur.
Yine merkezlerimizin bulunmadığı ve ağır/ciddi işkence ve diğer insan hakları ihlallerinin yaşandığı bölgelere yönelik olarak 2008 yılında başlatılan “Gezici Sağlık Ekibi” programı kapsamında 2016 yılında 9 başvuru rehabilitasyon programına alınmıştır.
İşkence ve insan hakları ihlalleri ile mücadeleye yönelik multidisipliner ve bütüncül yaklaşımın bir gereği olarak, gerek Türkiye’den gerekse de dünyanın farklı ülkelerinden başvuran işkence görenlerin isteği üzerine işkence iddialarının belgelenmesini sağlayan ve özellikle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) gibi uluslararası yargı organlarınca hürmet edilen sayısız alternatif tıbbi raporlar hazırlamıştır. Bu anlamda işkence izlerinin belgelenmesi/raporlandırılması ve işkence görenlerin tedavisi konusunda TİHV adeta bir okul olmuştur.
Bu kapsamda; 2016 yılında tedavi ve rehabilitasyon merkezlerimizce toplam 42 başvuru için alternatif adli tıp raporu/epikriz hazırlanmıştır.
TİHV, Birleşmiş Milletler (BM) tarafından tüm dünyada kullanılması önerilen ve Türkiye Devleti tarafından da adli muayenelerde standart olarak kabul edilen “BM İşkence ve Diğer Zalimane, Gayri İnsani veya Aşağılayıcı Muamele ve Cezanın Etkin Soruşturulması ve Belgelenmesi Kılavuzu (İstanbul Protokolü)’nun” hazırlanmasında öncü bir rol oynamıştır. Ayrıca Türkiye’de ve dünyanın birçok yerinde binlerce sağlıkçı ve hukukçunun katıldığı İstanbul Protokolü Eğitimlerini organize etmiş ve etmektedir.
İşkencenin belgelenmesi ve tedavisi yönünde sürdürdüğü öncü çalışmalarının bilimsel ve objektif niteliği uluslararası planda da büyük ilgi ve kabul gören TİHV, pek çok bilimsel kongre ve toplantıya davet edilmiş ya da bizzat organizasyonunda görev almıştır.
İşkence ve kötü muamele gören kişilerin birçoğu karmaşık travmanın başka bileşenlerinden de etkilenmektedir. Mümkün olduğu kadar kapsamlı bir onarım için tıptan daha fazlasının gerekli olduğunun bilinciyle, TİHV karmaşık ve sürmekte olan toplumsal travma ile baş etme sorununu da ele alan daha bütüncül ve çok disiplinli bir programın geliştirmesini için 2004 yılından bu yana çalışmalar yürütmektedir. Bu bağlamda 2000 yılından beri ulusal ve uluslararası düzeyde eğitim, panel, sempozyum vb. etkinlikler ile toplumsal travma ile baş etme programını birbiri ile ilişkili üç ana başlık (hakikat, adalet ve onarım) çerçevesinde ele almaktadır.
Yine bu bağlamda, 20 Temmuz 2015 tarihinde Suruç, 10 Ekim 2015 tarihinde Ankara tren garındaki bombalı katliamlardan sonra söz konusu bombalı saldırılardan etkilenenlere yönelik ilgili kurumlarla birlikte (Türkiye İnsan Hakları Vakfı, Türkiye Psikiyatri Derneği, Türk Psikologlar Derneği, Toplumsal Dayanışma için Psikologlar Derneği, Türk Tabipleri Birliği, Sosyal Hizmet Uzmanları Derneği, Travma Çalışmaları Derneği ve Çift ve Aile Terapileri Derneği ve iller bazında ilgili diğer kurumlar) esas olarak iller bazında “Psiko-Sosyal Dayanışma Ağları” çalışmaları başlamış ve özellikle 2016 yılında da, ne yazık ki, yoğunlaşarak devam eden ve sivilleri hedef alan katliamlardan etkilenenlere yönelik çabalar sürdürülmüştür. Bu çerçevede TİHV merkezlerine 2016 yılı sonuna kadar 415 başvuru olmuştur.
Sınırlılıkları olmakla birlikte Diyarbakır Fidanlık kampı başta olmak üzere Ezidiler’e yönelik psiko-sosyal çalışmalar 2016 yılı sonuna kadar sürdürülmüştür.
TİHV, işkence gören kişilere sunduğu tedavi ve rehabilitasyon hizmetinin yanı sıra işkence ve kötü muamelenin önlenmesi amacıyla işkence görenlere sınırlı imkanları ile doğrudan kendisi ya da kendi avukatları aracılığı ile gönüllü hukuksal destek de vermektedir. Önceki dönemlerde başlamış olan 26 başvurumuza yönelik hukuki destek çalışmalarının yanı sıra 2016 yılında beş başvurumuza yönelik hukuki destek çalışması başlatılmıştır.
TİHV, Türkiye’de yaşanan insan hakları ihlallerini düzenli olarak izleyip doğru, hızlı ve sürekli bir biçimde ortaya çıkarmak ve böylelikle ihlalleri önlemek amacıyla iki dilde (Türkçe ve İngilizce) günlük ve yıllık insan hakları raporları ile özel ihlal ve olaylara özgülenmiş raporlar yayınlamaktadır. Bu kapsamda başta işkence olmak üzere ağır/ ciddi insan hakları ihlalleri dokümantasyonuna yönelik objektif ve güvenilir bir sistem geliştirmiş ve önemli bir bilgi birikimi oluşturmuştur.
2015 Temmuz ayında yeniden başlayan çatışma ortamında, özellikle de tahayyül etmekte bile zorlandığımız “aralıksız sokağa çıkma yasağı” uygulamaları sürecinde gerek işkence ve diğer ağır/ciddi insan hakları ihlallerinin belgelenmesi, gerekse de hukuksal dahil onarım süreçlerine yönelik çaba gösterilmiştir. Ayrıca 15 Temmuz 2016 tarihindeki askeri darbe girişiminin bastırılma sürecinden itibaren OHAL sürecinde gerek askeri darbe girişimine karşı, gerekse de başından itibaren ağır/ ciddi insan hakları ihlallerine yol açan OHAL ve KHK uygulamalarına yönelik de temel değerlerimizi esas alan tutumumuza dayalı olarak her düzeyde çaba gösterilmiştir.
2016 yılında da“Tedavi ve Rehabilitasyon Projesi” kapsamında tedavi ve rehabilitasyon çalışmalarının yanı sıra çok sayıda eğitim (ülke içinde ve dışında İstanbul Protokolü Eğitimi programları; sanat terapisi dahil travma alanına yönelik eğitimler) ve bilimsel çalışmalar 5-7 Aralık 2016 tarihlerinde Meksika’da gerçekleştirilen ‘IRCT Uluslararası Sempozyumu’nda sunulan İşkence Araştırmasında Bir Tanılama Yöntemi: Kemik Sintigrafisi çalışması; Yeni bir işkence metodu: Ters kelepçe; Non-invaziv digital infrared thermal görüntüleme (DITG) yönteminin işkence tanısında etkinliği: olgu sunumu; Gezi Parkı süreci kapsamında Türkiye İnsan Hakları Vakfı olgularının değerlendirilmesi ve bu süreçte işkenceye maruz kalanların rehabilitasyon süreçlerine yargı süreçlerinin etkisi çalışması başlıklarındaki dört çalışma ile 27-30 Nisan 2016 tarihlerinde gerçekleştirilen 13. Adli Bilimler Kongresi’nde sunulan “İşkence görenin yakını olmak” çalışması; “İşkenceye maruz kalmış çocuklar” çalışması; “İşkenceye maruz kalmış sığınmacılar” çalışması başlıklarındaki üç çalışma olmak üzere toplan yedi çalışma) gerçekleştirilmiştir.
Yine tedavi ve rehabilitasyon çalışmalarının yanı sıra işkencenin önlenmesine yönelik pek çok düzeyde yürütülen bütünlüklü faaliyetler kapsamında Birleşmiş Milletler İşkence Karşıtı Komite (CAT) 25-27 Nisan 2016 tarihinde Türkiye’nin dördüncü periyodik raporunun değerlendirilmesi oturumu için TİHV tarafında alternatif rapor hazırlanıp iletilmiş, ayrıca oturuma da katılınmıştır. Hele de içinde yaşadığımız koşullar göz önüne alındığında, katkılarımıza da dayalı olarak 47 paragrafta çeşitli uyarı, tavsiye ve öneriler içeren Komite’nin Sonuç Gözlemleri önümüzdeki dönemde önemli bir referans kaynağı olabilecektir.
TİHV’in temel misyonu ise yukarıda belirtilen nihai hedefe ulaşmak için yaşamın her alanında işkencenin önlenmesi mücadelesine katkı sağlamak ve işkence gören kişilerin yaşadıkları travma ile baş edebilmelerine ve fiziksel – ruhsal – sosyal açıdan tam bir iyilik haline ulaşabilmelerine katkı sağlamaktır. Başka bir ifadeyle, ağır insan hakları ihlallerine maruz kalan kişi ve topluluklara yönelik bir tür “toplumsal özür dileme” ortamı oluşturmaktır.
Hiç kuşkusuz tüm bu çalışmaların, TİHV’in yıllardır maddi ve manevi büyük bir özveriyle görev yapan kurucular kurulu üyeleri, yönetim kurulu üyeleri ve çalışanlarının yanı sıra ülkenin dört bir yanında aynı amaç için bir araya gelmiş başta sağlık çalışanları, hukukçu ve insan hakları savunucuları olmak üzere farklı toplumsal kesimlerden ve uzmanlık alanlarından yüzlerce duyarlı insanın ortak eseri olduğunu bir kez daha paylaşmak isteriz.
Bu çalışmalara katkıda bulunan, bizi yalnız bırakmayan tüm dostlarımıza, çalışmalarımıza başından bu yana destek veren başta İnsan Hakları Derneği ve Türk Tabipleri Birliği olmak üzere ilgili tüm kurumlara, bir kez daha şükranlarımızı sunarız.