GİRİŞ: İşkence ve diğer kötü muamele biçimleri, çıkarılan yasalar ve uygulamaya ilişkin çalışmalara rağmen halen varlığını sürdürmektedir. İşkencenin devam etmesinin çeşitli nedenleri bulunmaktadır. Bunlar, toplumdaki “devlet” ve “suçlu” algısı ve zihniyet kalıpları ile doğrudan bağlantılıdır. Devlet algısı ve buna ilişkin refleksler, hem yasa yapıcıları ve hem de uygulayıcıları doğrudan etkilemekte, bir yandan demokratik toplumun tesisi için düzenlemeler yapılması amaçlanırken diğer yandan da hakların kullanımını sınırlayan kurallar konulmasından da imtina edilmemektedir. Yasalardaki boşluklar, yasa uygulayıcıları tarafından yorumlanırken yine aynı zihniyet yapısı ile insanlık dışı bir cezalandırma-yıldırma aracı olarak kullanılmaktadır. Bu araç sadece güvenlik güçleri tarafından değil aynı zamanda yargı mekanizmaları yani savcılar ve yargıçlar tarafından da ya sorumlulara ceza vermeyerek ya da aslında ken¬dilerine uygulanan fiiller sonucunda mağdur hale gelen kişilere karşı davalar açıp, mahkumiyet kararları verilerek etkin biçimde yaşama geçirilmektedir.
Nitekim Hükümetin “sıfır tolerans” söylemine karşın işkence, hala ülkemizdeki insan hakları ihlalleri arasında önemli bir yer tutmaktadır. Özellikle kolluğun yetkilerini artıran, 2007 PVSK değişikliği sonrasında yaşanan ölümler ve yaralanmalarla birlikte işkence ve kötü muamele vakaları son iki yılda da devam etmiştir. Kolluk kuvvetlerinin silah ve güç kullanımına ilişkin kendilerine verilen yetkiyi tereddütsüz kullanmaları sonucunda yaşam hakkı ihlalleri yaşandığı gibi işkence niteliğindeki eylemlerinde dramatik bir artış olduğu da gözlemlenmiştir. Son örneklerden biri Mayıs 2010’da bir polis tarafından vurulan ve uzun süre mücadele ettikten sonra yaşamını yitiren Şerzan Kurt isimli üniversite öğrencisidir.
Türkiye İnsan Hakları Vakfı’na (TİHV) 2009-2010 yıllarında 835 kişi başvurmuştur. Başvuranların 413’ü bu yıllarda işkence ve kötü muamele gördüklerini belirtmişlerdir.
TİHV Dokümantasyon Merkezi verilerine göre; aynı dönemde 12 kişi cezaevinde yaşamını yitirmiş, 77 kişi güvenlik faili meçhul cinayetler sonucunda yaşamını yitirmiş ve 763 kişi de işkence görmüştür.
Cezasızlık hala işkence ile mücadelede en önemli engeldir. Bu sorun, işkencenin hem bir sonucu hem de işkence yapılmasını mümkün kılmanın en temel araçlarından birisi olarak hala karşımızda durmaktadır.
İşkencenin, BM İşkenceye Karşı Sözleşme’nin 1. maddesinde tanımlan unsurlara uygun biçimde suç olarak düzenlenmiş olması, sorumluların mutlaka cezalandırıldığı anlamına gelmemektedir. Yaşanan deneyimlere bakıldığında bu çalışmanın konusu olan “cezasızlık” tam da bu noktada bir sorun olarak karşımıza çıkar. İster yasal düzenlemelerden, ister soruşturma ve yargılama makamlarının fiillerinden kaynaklansın, işkenceden sorumlu olanların cezalandırılmasını ve cezanın uygulanabilir olmasını engelleyen her türlü tutum cezasızlığı beslemektedir.
“Bilgi Edinme Hakkı Kanunu” çerçevesinde TİHV’in İçişleri Bakanlığı Emniyet Genel Müdürlüğü’ne yaptığı bilgi edinme başvurusuna 02.06.2010 tarihinde verilen cevaba göre 14 Şubat 2005 ile 01 Haziran 2010 tarihleri arasında işkence suçu uyarınca haklarında adli soruşturma açılan 309 polisten ancak 2’si ceza almıştır. 50 polis berat ederken, 131 polis hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. 61 polisin mahkemesi ise halen devam etmektedir.
Yine aynı tarih aralıklarında “zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması” suçu nedeniyle haklarında adli işlem başlatılan 2032 polisten ancak 20’si ceza almıştır.
Bunlardan 8’i hapis, 1’i memuriyetten men, 11’i de para cezasıdır. 1362 polis hakkında kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilirken 170 polis beraat emiştir. 9 polis hakkında açılan davalar düşürülmüş, 19 polis hakkında hükmün açıklanması geri bırakılmıştır. 450 polisin mahkemesi ise halen devam etmektedir.
Bu çalışmada, son iki yılda meydana gelen bu ihlallerin ve cezasızlığın, hukukla ilgili yapısal ve uygulamadaki nedenleri ile sonuçlarına bakılmaya çalışılmıştır.
Bu çalışma, bir TİHV yayını olan “İşkenceye Açık Kapılar: Mevzuat ve Uygulama Çerçevesinde Cezasızlık Olgusunun Değerlendirilmesi” isimli çalışmanın devamı olarak ele alınmalıdır. Önceki çalışmada uluslararası hukuk, iç hukuk ve uygulama, 2005 ve sonrasındaki gelişmelere odaklanılmış ve özellikle mevzuat ayrıntılı bir biçimde değerlendirilmiştir. Mevzuatın değişmediği durumda aynı çalışmanın tekrarlanmasına gerek duyulmadığı için bu çalışmada mevzuat tartışmalarının ayrıntısına çok fazla girilmemiş ve daha çok uygulama örneklerinde rastlanan sorunlar bağlamında mevzuatla ilişki kurulmuştur. Bir devam çalışması olan bu metinde 2009 ve 2010 yılındaki gelişmelere odaklanılmış ve daha çok TİHV tarafından izlenen ya da hukuksal destek verilen soruşturma ve dava dosyaları değerlendirme konusu yapılmıştır.
Çalışmanın sistematiği, konu üzerine genel bir çerçevenin çizilmesi ve daha sonra mevzuat ve uygulamadaki sorun alanlarına dikkat çekilmesi biçiminde oluşturulmuştur. Bölümlerin sonunda, konuyla ilgili öneriler de formüle edilmeye çalışılmıştır.
Kitabın birinci bölümü, “İşkence Yasağı” başlığını taşımaktadır. Bu bölümde, işkence yasağının esasına, maddi hukuka ilişkin değerlendirmeler yapılmıştır. İşkence yasağının mutlak karakteri Tanım ve Yasal Güvenceler, Zamanaşımı ve Evrensel Yargı Yetkisi alt başlıkları altında incelenmiştir.
Tanım ve Yasal Güvenceler başlığı altında, işkence yasağı Birleşmiş Milletler İşkenceye Karşı Sözleşme’de tanımlandığı biçimi ile ele alınmış ve yasak çerçevesinde hem ceza hukukundaki ve hem de disiplin hukukundaki işkence ile ilgili düzenlemeler ve yaptırımlar ile uygulamada yaşanan sorunlara bakılmıştır.
İkinci konu, “İşkence Fiillerinde Zamanaşımı”dır. İşkence yasağının mutlak karakteri ile bu hem yasağın uygulanmasına ilişkin düzenlemelerin ve hem de yaptırımların caydırıcı ve uygulanabilir olması gereğine dikkat çekilmiştir.
“Evrensel Yargı Yetkisi” başlığında ise son yıllarda giderek daha fazla gelen evrensel yargı yetkisi konusu, Türkiye’nin, başka ülkelerde işlenen işkence suçlarına ilişkin tutumu ele alınmıştır.
Çalışmanın ikinci bölümü, “İşkenceye Karşı Usul Güvenceleri” başlığını taşımaktadır. Bu bölümde, sanık hakları olarak bilinen hakların, özgürlüğü kısıtlanmış kişiler için aynı zamanda işkence ve kötü muamele fiillerinden koruyucu işlevi üzerinde durulmuştur. Yanı sıra, alıkonulma yerlerin denetlenmesi de bir güvence olarak ele alındığı için “Denetim Mekanizmaları” da ayrı bir başlık altında değerlendirilmiştir.
Üçüncü Bölüm, “İşkence Fiillerinde Soruşturma” başlığını taşımaktadır. Soruşturma işlemlerindeki eksiklikler ve hatalar konusunda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından da “işkence yasağını usul açısından ihlali” ifadesini kullanılarak bu işlemlerin esasın bir parçası olduğu vurgulanmaktadır. Nitekim bir usul işlemi olarak görülen soruşturma işlemleri, yargılamayı doğrudan etkilemektedir ve aslında işkence yasağının mutlak karakteri ile doğrudan bağlantılıdır. Bu çerçevede, bu bölümde, bir bütün olarak, devletlerin etkin soruşturma yapma yükümlülükleri ve ülkemizdeki mevzuat ile uygulama konusunda çalışılmıştır. Başta soruşturma makamlarının algı ve zihniyet kalıpları olmak üzere soruşturmalardaki sorunların nedenleri araştırılmaya çalışılmıştır.
“İşkence Fiillerinde Yargılama”, dördüncü bölümde ele alman konu başlığıdır. Bu bölümde, soruşturma işlemlerinin yargıya etkisi, yargı mercilerinin algı ve zihniyet kalıplarının yargılamaya etkisi ile yargılama aşamasında karşılaşılan diğer sorunlar üzerinde durulmuştur.
Son ve beşinci bölümün konusu ise işkence ve muamele mağdurlarına sağlanması gereken “Giderim”dir. Devletin giderim sağlama yükümlülüğü, Türkiye’deki mekanizmalar ve bu mekanizmaların işleyiş sorunları, bu bölümde üzerinde durulan konulardır…