Sokağa Çıkma Yasaklarının Ardından Bölge Hapishanelerinde Yaşanan İşkence ve İnsan Hakları İhlalleri “2015-2019”
TİHV Yayınları
ÖZET

GİRİŞ: Kapitalizmle birlikte siyasi iktidarların gücünü mutlaklaştırdığı, insanların özgürlüklerinden alıkonularak yaşamlarını belirli alanlarda sınırladığı, diğer alanların varlığını görmeyi engellediği ve eşitsizlikleri gizlemeye çalıştığı mekânsal düzenlemelerin en uç formu ve sembolik biçimi hapishanelerdir.

Siyasi iktidarlar hem hapsetme tehdidiyle hem de hapishanelerde yaşattığı şiddetle, toplumun tümüne gözdağı vererek cezalandırmayı ve şiddetini tüm topluma yaymayı, böylece de itaatkâr, kurallara, düzene ve kendisini kuşatan otoriteye boyun eğen, hatta bu otoriteyi içselleştiren kontrol altında bir kitle yaratmayı hedeflemektedir.

Mevcut hukuksal düzenlemeler hapishanelerde tutulan mahpusu; belirlenmiş bir cezanın infazı için belli bir süre özgürlüklerinden kısıtlanmış kişi olarak tanımlamaktadır. Mahpus, cezasının infazı için kapatılmış ve özgürlüğünden yoksun bırakılmış olsa da normatif anlamda bir yurttaş ve hak taşıyıcısı hukuksal bir kişi olmayı sürdürmektedir. İnsan hakları hukukunun yanı sıra evrensel hukuk normları mahpusların dokunulamaz haklarının korunduğunu, özgürlüğünden yoksun bırakma dışında diğer yurttaşlarla eşit haklara sahip olduğunu, uygulanan kısıtlamaların belirlenmiş bir süre için geçerli olduğunu vurgulamaktadır.

İnsan hakları hukuku, mahpusların hak taşıyıcılığının korunması, güçlenmesi, hapsedilmenin kendisinin bir hak ihlaline dönüşmemesi, hapishane koşullarının ve cezanın infaz yollarının insani yaşama uygunluğunu sağlama amacıyla devletlerin sorumluluklarını ve hakları kısıtlamasındaki yetki sınırlarını tanımlamıştır. Özgürlüğünden yoksun bırakılan bireyler söz konusu olduğunda, insan hakları bakış açısından korunması gereken sadece insanın biyolojik yaşam standartları değil, insani yaşam standartlarıdır. İnsani yaşam kavramı, insanın sosyal ve kültürel bir varlık da olduğunun altını çizmektedir. Dolayısıyla hukuksal normlara göre hapishane, kapatılmış ve belli özgürlükleri sınırlandırılmış da olsa kişinin yalnızca biyolojik varlığını değil sosyal ve kültürel varoluş tarzlarını da sürdürmesi için gerekli koşullara sahip olması gereken ve mahpusun bu bakımdan sahip olduğu özellikleri korumakla yükümlü olan bir kurum olmalıdır.

Bugün dünya genelinde, insanlığın hak ve özgürlüklere ilişkin oluşturduğu tüm standartlar erozyona uğramakta, dolayısıyla her türlü hak ve özgürlük sınırlanabilir, ortadan kaldırılabilir hâle gelmektedir. Devletlerin suç işlediği iddiası olan kişileri cezalandırmak, toplumsal kuralları ve toplumu korumak amacıyla uyguladığını belirttiği “özgürlüğünden yoksun bırakma, alıkoyma ve kapatma” uygulamaları totaliter rejimlerde öteki, aykırı ve muhalif olarak nitelendirilen kişi ve grupları da kapsayacak biçimde “tahakküm, ehlileştirme ve yok etme” uygulamalarına dönüşmüştür. Devlet şiddetinin en çıplak nesnesi olma riskiyle her zaman karşı karşıya olan mahpuslar, bu koşullar altında şiddeti en açık yaşayanlar hâline getirilmişlerdir. Hapishaneler ise mahpusların kapatıldığı yerin yanı sıra bu mekânlarda yaşanan işkence ve insan hakları ihlallerinin görünmezliğini sağlayan duvar anlamına da gelmektedir…