TİHV Tedavi ve Rehabilitasyon Merkezleri Raporu – 2005
TİHV Yayınları
ÖZET

SUNUŞ: Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV), işkence ve diğer zalimane, insanlık dışı, aşağılayıcı muamele veya cezaya maruz kalan kişilere, bugün itibari ile beş tedavi ve rehabilitasyon merkezinde (Adana, Ankara, Diyarbakır, İstanbul ve İzmir), fiziksel ve ruhsal tedavi ve rehabilitasyon hizmeti sunabilmek ve dokümantasyon çalışmaları yapmak amacı ile 1990 yılında kurulmuş olan uzman bir kuruluştur.

Türkiye İnsan Hakları Vakfı Tedavi ve Rehabilitasyon Merkezleri çalışmalarının güncel değerlendirmesini yapmayı amaçlayan bu rapor, aynı zamanda Türkiye’de söz konusu problemi daha iyi anlamaya yönelik olarak hazırlanmıştır.

Beş kentimizde varolan tedavi ve rehabilitasyon merkezlerimize 2005 yılı başına kadar 9757 kişi başvuruda bulunmuştur. Bu sayı, 2005 yılında 692 kişinin daha başvurmasıyla 2005 yılı sonunda toplam 10449’a ulaşmıştır. Önceki yıllarda da ifade edildiği gibi, her bir başvurumuzun aile, arkadaş topluluğu dikkate alındığında bunca yıkıma karşın, projenin oluşturduğu dayanışma ortamının anlamı daha yakından hissedilebilir.

Vakfımıza başvuran kişilerin fiziksel, psikolojik ve sosyal sorunlarının çözümü için, profesyonel ve gönüllü olarak sayıları yüzlerle ifade edilen sağlık çalışanı, multidisipliner ekipler halinde hizmet sunmaktadır.

Raporun ilgili bölümlerinde görüleceği gibi 2005 yılında; başvurularımızda rakam olarak azalma, yıl içinde işkenceye maruz kalanların sayısındaki nispi düşüklük, gözaltı sürelerinin kısalması, avukata ulaşmada göreli bir artış olması gibi olumluluklar gözlenmektedir. Söz konusu kimi olumluluklar açısından, yaygın kanı olan Avrupa Birliği uyum sürecinin kimi özelliklerinin ötesinde, başta TİHV ve İHD olmak üzere ilgili kurumların işkencenin önlenmesine yönelik yıllardır süren çalışmalarının öncelikle anılmasında yarar olsa gerektir.

Ne var ki tüm bu olumluluklar işkencenin yok olmasına yetmemektedir. Dahası son yıllarda işkencenin önlenmesinde hükümet yetkililerinin “sıfır tolerans” söylemi bazı olumlu yasal düzenlemelere rağmen, gerçek iradeye dönüşmemiş, işkencenin adli, idari ve pratik açıdan cezalandırılmaması eğilimi işkencenin sürmesinde önemli bir etken olmuş ve işkence hala ciddi bir sorun olarak varlığını sürdürmüştür.

– 2005 yılındaki başvurularımızın değerlendirilmesi sonucu işkence uygulanan yerler arasında Emniyet Merkezleri (özel birimlerin görevli olduğu yerler) oranında (9025,9) azalma gözlenmesine karşın, resmi gözaltı yerleri olarak bilinen yerler dışında (açık alan, araç içi, v.b.) işkence uygulamalarındaki belirgin artış, gerek sonuçları, gerekse de ülkemizdeki eğilimler açısından önemlidir.

– Özellikle yıl içinde oldukça tasarlanmış görünümündeki “kaçırılma”lar sonucu gerçekleşen işkence örnekleri dikkat çekicidir. Bu örnekler kimi odaklarca gereksinim duyulduğunda işkence uygulamalarının gerçekleştiği ve gerçekleştirilebileceğini göstermektedir. Bu da kuşkusuz uygun politik ortamın varlığında söz konusu olabilir.

– Özellikle gösterilerde güvenlik güçlerince bilerek gözaltına almadan, doğrudan yaygın ve sistemli şiddet uygulamalarında belirgin artış gözlenmektedir.

– İşkence kültürünün, şiddetin yeniden üretilmesinde ülkemizdeki cezaevleri uygulamalarının da önemli rolü olduğu gerçeği çalışmalarımızda da görülmüştür.

Dahası iktidarlarca ihtiyaç duyulduğunda yoğun bir şekilde işkencenin uygulanabildiğinin önemli bir örneği olan, 2006 Mart sonunda başta Diyarbakır olmak üzere Güneydoğu bölgesinde yaşanan yüzlerce işkence olgusunun ve yine 2006 ilkbaharında Türkiye Büyük Millet Meclisi gündemine getirilen Terörle Mücadele Kanunu tasarısının, ne yazık ki gösterdiği gibi, son dönemde ülkemizdeki demokrasi ikliminde kaygı verici gelişmeler söz konusudur. Kaldı ki, 1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren Türk Ceza Kanunu ve Ceza Muhakemeleri Kanunu’nda işkence ile ilgili yakın zamanda gerçekleştirilen kimi olumlu düzenlemeler ortadan kaldırılmıştır.

Tedavi projesi, tedavi hizmetleri sunmanın yanı sıra, bu hizmetin niteliğinin artmasına yönelik, eğitim, bilimsel araştırma, bilimsel etkinlikler gerçekleştirme çalışmalarını da içermektedir. Bu çerçevede ulusal ve uluslararası çok sayıda toplantı düzenlenmiş ve toplantılara katılım sağlanmıştır. Gerek ülke içinde, gerekse uluslararası düzeyde işkence ile ilgili çalışmalarda TİHV her zaman başvurulan bir kurum olagelmiştir. Bu nedenle, 2005 yılında da işkence görenlerin tedavisi, işkencenin önlenmesi konularını esas alan çok sayıda programda TİHV’nin katkısı istenmiştir.

İşkencenin etkin araştırılması ve dokümantasyonuna ilişkin ilk uluslararası belge olan İstanbul Protokolü’ne yönelik TİHV’nin kendi ya da diğer ilgili kurumlarla gerçekleştirdiği çok sayıdaki eğitim programlarının yanı sıra, IRCT, Dünya Tabipleri Birliği ve PHR-ABD ile birlikte geçen iki yıl içinde 5 ülkede (Fas, Gürcistan, Meksika, Sri Lanka ve Uganda) eğitim gerçekleştirilmiştir. Dahası 2006-2008 döneminde 10 ülkede yine IRCT ile birlikte gerçekleştirilecek İstanbul Protokolü eğitimi projesinde TİHV “eğitim komitesi koordinatörlüğünü” üstlenmiştir.

TİHV olarak 11-12 Aralık 2004 tarihinde Diyarbakır’da “Travmatize olmuş toplumlara yaklaşım” ve 1-4 Aralık 2005 tarihinde İstanbul’da gerçekleştirilen “Ruhsal Travma” toplantıları ve sonuçları TİHV gündeminde olan “İşkence-travma alanında eğitim, araştırma ve uygulama merkezi” projesinin gerek ülkemiz ve gerekse de özellikle bölgemiz açısından önemini ortaya koymuştur.

Yine işkence ile ilgili gerek ülke içinden, gerekse de ülke dışından mezuniyet öncesi staj, mezuniyet sonrası eğitim ve benzeri konularda TİHV başvurulan bir kurum olmuştur.

TİHV’in özel olarak “işkence” ile maddelerine doğrudan müdahil olmaya çalıştığı ve 1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren yeni Türk Ceza Kanunu’ndaki düzenlemelere bağlı olarak 2004 sonuna doğru cezaevlerinden salınan yaklaşık 3000 kişinin önemli bölümünün, doğal olarak, tedavi merkezlerimize başvurması çalışmalarımız içinde özel bir gündem olmuştur. Bu gelişme, en azından önümüzdeki dönemde de yoğunluklu bir gündemimiz biçimine bürünmüştür.

2004 yılının son döneminde yasalaşan “Ceza ve Tedbirlerin İnfazı Hakkında Kanun” ile “yasal” biçimlere dönüşen “izolasyona dayalı cezaevleri” uygulamaları, özelikle F tipi cezaevleri deneyimi ile gündemini korumuş, bu konu ile bağlantılı açlık grevleri katılımcı sayısı bir hayli azalmasına karşın varlığını sürdürmüştür. Dahası açlık grevleri nedeniyle sağlık sorunu olanlardan cezaevlerinden salınanlarının, salındıktan sonra yine aynı Adli Tıp Kurumu tarafından hazırlanan sağlıklarının düzeldiğini gösteren raporlara dayalı olarak cezaevlerine geri alınması girişimleri, bu dönemde özel gündemimizi belirlemiştir.

Son yıllarda giderek artan bir şiddette uygulamaya sokulan gelişmiş ülkelerden mültecilerin geriye döndürülmesi programları, tedavi merkezlerimize özel talepler şeklinde yansımıştır. Bu taleplerde esas olarak geriye döndürmenin önkoşulu olan sağlık sorunu olan kişilerin ülkemizde, kurumumuz dahil, tedavi olanaklarının varlığını tespit etmek amaçlanmaktadır.

Rapor ve alternatif adli tıp rapor çalışmaları bu yıl da sürdürülmüştür.

1 Haziran 2005 yılında yürürlüğe girecek yeni Ceza Muhakemesi Kanunu 67. maddenin 6. bendi “Cumhuriyet savcısı, katılan, vekili, şüpheli veya sanık, müdafii veya kanuni temsilci, yargılama konusu olayla ilgili olarak veya bilirkişi raporunun hazırlanmasında değerlendirilmek üzere ya da bilirkişi raporu hakkında, uzmanından bilimsel mütalaa alabilirler. Sadece bu nedenle ayrıca süre istenemez.” şeklinde düzenlenmiştir. Bu maddenin de gereği olarak bundan sonra işkence sebebiyle uzman görüşü anlamında TİHV’nin işlevinin artacağı öngörülmektedir.

Dünyada derinleşen eşitsizlikler ve özellikle “gelişmiş diye adlandırılan ülkelerin” insan hareketliliğini sınırlama, dahası kendi ülkelerindeki mültecilerin geri gönderilmesi programlarını hızlandırma çabaları başta olmak üzere çeşitli gerekçeler ile “mültecilik” meselesi tedavi ve rehabilitasyon çalışmaları açısından daha ağırlıklı bir gündem olmuştur.

TİHV çalışmaları, ülkenin değişik kentlerinde ortak bir amaç için çalışmalar yapan, sağlık çalışanı ve insan hakları savunucusu yüzlerce duyarlı insanın eseridir. Bu çalışmalara katkıda bulunan, bizi yalnız bırakmayan tüm dostlarımıza, çalışmalarımıza başından bu yana destek veren başta İnsan Hakları Derneği ve Türk Tabipleri Birliği olmak üzere ilgili tüm kurumlara şükranlarımızı sunarız.