GİRİŞ: Türkiye’de işkence ve kötü muamele uygulamaları halen ciddiyetini korumaktadır. Son yıllarda uluslararası sözleşmelerin imzalanması, TBMM onayından geçerek yürürlüğe girmesi, iç hukukta uluslararası standartlara uygun değişiklik çabaları gözlenmekte ise de bunların yeterli olduğunu söylemek mümkün değildir.
Türkiye’de insan hakları ihlallerine karşı özellikle hükümetler dışı kuruluşların sürdürdüğü yoğun çabaların yanısıra hem Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde Türkiye aleyhine çıkan pek çok kararın neden olduğu basınç, hem de Avrupa Birliği’ne üyelik sürecindeki dinamikler nedeniyle 1999 yılından başlamak üzere yasal reformlar sürecine girilmiştir. Bu çerçevede önce 2001 yılında Anayasa’da, ardından 19 Şubat 2002 ile 21 Temmuz 2004 tarihleri arasında çıkarılan 8 uyum paketiyle çeşitli yasalarda yeni düzenlemeler yapılmıştır.
Yeni Türk Ceza Kanunu ve Ceza Muhakemeleri Kanunu 2005 yılında yürürlüğe girmiştir. Yanısıra Ceza Muhakemesi Kanunu’nun uygulanmasına ilişkin Yakalama, Gözaltına Alma ve İfade Alma Yönetmeliği de yeniden düzenlenmiştir.
İç hukukta yapılan değişikliklerin yanısıra, ölüm cezalarını her koşulda kaldıran Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne Ek 13 No.lu Protokol Ekim 2005’te yürürlüğe girmiş, böylece ölüm cezasını içeren maddeler kaldırılarak iç hukuk, Protokol’e uygun hale getirilmiştir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin artan iş yükü dikkate alınarak Sözleşme’nin denetim mekanizmasına değişiklikler getiren Ek 14 No.lu Protokol Haziran 2006’da onaylanmıştır.
Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasi Haklar Uluslararası Sözleşmesi’ne ek ve İnsan Hakları Komitesi’ne bireysel başvuru hakkını düzenleyen 1 No.lu Seçmeli Protokol imzalanarak ve Ağustos 2006’da yürürlüğe girmiştir.
Bununla birlikte cezasızlıkla mücadelede önemli bir işlev ve role sahip olan Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin yargı yetkisine ilişkin Roma Statüsü de uluslararası baskılara rağmen halen onaylanmamıştır.
Keza Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne Ek 4 No.lu Protokol (borçtan dolayı özgürlüğünden yoksun bırakılma yasağı, serbest dolaşım özgürlüğü, vatandaşların sınır dışı edilmeleri yasağı); 7 No.lu Protokol (yabancıların sınır dışı edilmelerine ilişkin usuli güvenceler, cezai konularda iki dereceli yargılanma hakkı, adli hata halinde tazminat hakkı, eşler arasında eşitlik) ve 12 No.lu Protokol (ayrımcılığın genel olarak yasaklanması) de henüz onaylanmamıştır.
Uluslararası metinlerin onaylanması elbette ki önemlidir ancak birer iç hukuk normu haline gelen uluslararası sözleşme ve protokollerin iç hukuka ve uygulamaya ne ölçüde yansıdığı daha da önemlidir. Nitekim son dönemdeki olumlu gelişmelere karşın, uygulamadaki sorunlar varlığını halen korumaktadır. Mevzuatta yapılan değişikliklerin yetersizliği ve yasa uygulayıcılarının algı/zihniyetlerinin aynen korunuyor olması sonucunda kişiler, işkence ve diğer kötü muamele biçimlerine maruz kalmaya devam etmektedir. Dolayısıyla işkence, Türkiye’de önemli bir sorun, özellikle de son dönemlerde ağırlık kazanan bir sorun olarak gerçekliğini korumaktadır.
Yukarıda kısaca değinilen düzenlemelerin de etkisiyle, güvenlik güçlerinin bazı birimlerinde (örn; organize suçlar, terörle mücadele birimleri) işkence uygulamalarında göreli olarak bir azalma görülse de sıradan polis karakollarında, jandarma birimlerinde, açık alan ve sokaklarda, gösteri ve yürüyüşlere müdahale sırasında işkence ve kötü muamele uygulamalarının nicelik ve şiddetinde -özellikle Polis Vazife Salahiyet Kanunu’nda yapılan değişiklikten sonra- ciddi bir artış gözlenmektedir. Ayrıca kaçırma, resmi gözaltı işlemi olmaksızın özgürlüğünden alıkoyma vb. yöntemlerle resmi gözaltı birimleri dışında işkence ve kötü muamele uygulamalarına rastlanmaktadır.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nden hala Türkiye aleyhine yaşam hakkı ile işkence ve diğer kötü muamele biçimlerinin ihlal edildiğine dair pek çok karar çıkmaktadır. Bu kararlar arasında sıradan gözaltı işlemlerinin dışında, güvenlik güçlerinin açık alanda ve gösterilerde kullandığı şiddet de yer almakta ve yaşam hakkı ya da işkence yasağının ihlali olarak nitelendirilen pek çok vaka bulunmaktadır.
TİHV’in beş kentteki (Adana, Ankara, Diyarbakır, İstanbul, İzmir) Tedavi ve Rehabilitasyon Merkezlerine işkence ve kötü muamele gördüğü gerekçesiyle başvuru yapan kişi sayısı 2006 yılında 337 iken, bunun 2007 yılında 452’ye çıktığı görülmektedir. 2007 yılı içinde TİHV’e başvuru yapan 452 kişiden 320’si aynı yıl içinde işkence gördüğünü beyan etmiştir. 2006 yılında ise bu sayı 252’dir. TİHV başvurularında maruz kalınan travmalara bağlı olarak iç organ yaralanmaları, kırık, çatlak gibi ciddi iskelet sistemi hasarlarının yanısıra yaşanılan işkence ve kötü muameleler sonucunda travma sonrası stres bozukluğu, depresyon vb. yoğun ruhsal sıkıntılar belirlenmektedir.
TlHV’in bu verileri birbiri ile karşılaştırıldığında, en yüksek değerleri gösteren işkence ve kötü muamele yöntemleri ve başvurulara konulan fiziksel tanıyla, 2007 yılında karakollarda, açık alan veya sokakta işkence ve kötü muamele gören başvuru sayısının yüksekliği arasında doğru orantılı bir ilişki görülmektedir. 2008 yılında gerçekleştirilen Newroz ve 1 Mayıs kutlamaları sırasında güvenlik güçlerinin göstericilere yönelik aşırı güç ve şiddet kullanımının sonuçları da söz konusu ilişkiyi doğrulamaktadır.
Bu kısa değerlendirmeler bize Türkiye’de son zamanlarda işkencenin bilgi alma ihtiyacından çok korku veya gözdağı vermek, cezalandırmak amacıyla yapıldığına işaret etmektedir…