Travmatik yaşantıların ruhsal etkileri, yakın zamana kadar, yalnızca, travmatik olayla doğrudan karşılaşan kişiler gözönüne alınarak tartışılmıştır. Oysa travmatik olaylar, travmayı doğrudan yaşayan kişilerden başlayarak, onların yakın çevrelerini hatta tüm toplumu etkiler. İkincil travmatik stres olarak isimlendirilen bu etkiler, travmayla doğrudan karşılaşan kişilerde çıktığı bilinen post-travmatik stres bozukluğuna (PTSB) benzer bir klinik tabloya yol açabilmektedir. Figley, ikincil travmatik strese bağlı ruhsal tepkilerin (ikincil travmatik stres bozukluğu) şaşırtıcı şekilde PTSB’ye benzediğini bildirmiştir1. DSM-IV’te yapılan değişikliklerle, ikincil travmatik stresin, PTSB’ye yol açabileceği kabul edilmiştir2. Bir başka deyişle travmatik olaydan dolaylı olarak etkilenen kişilere de DSM-IV’ün tanı ölçütleri çerçevesinde PTSB tanısı konulabilmektedir.
DSM-III-R ölçütlerine göre PTSB tanısı koyabilmek için, aşağıdaki alıntıda da görülebileceği gibi, kişinin, travmatik olayı bizzat yaşaması gerekmekteydi. “Kişi, olağan insan yaşantısının çok dışında, hemen herkes için belirgin sıkıntı kaynağı olabilecek bir olay yaşamıştır.”3 DSM-IV’te ise aynı bölüm değiştirilerek, tanımlanmıştır: “Kişi gerçek bir ölüm ya da ölüm tehdidi, ağır bir yaralanma ya da kendisinin ya da başkalarının fizik bütünlüğüne bir tehdit olayını yaşamış, böyle bir olaya tanık olmuş ya da böyle bir olayla karşı karşıya gelmiştir.” Bu tanım çerçevesinde DSM-IV’te aşağıdaki yaşantıların da PTSB’ye yol açabileceği vurgulanmıştır…