SUNUŞ: Türkiye özellikle son yıllarda demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan hakları alanında derin bir tahribatın yaşandığı bir dönemden geçmektedir. Temmuz 2015’te yeniden başlayan silahlı çatışma ortamı, 15 Temmuz 2016’daki askeri darbe girişimi ve sonrasında ilan edilen ve her ne kadar 19 Temmuz 2018 tarihinde resmen sonlandığı ifade edilmiş ise de 31 Temmuz 2018 tarihinde yürürlüğe giren “yeni güvenlik” yasasının gerekçesinde de açıkça belirtildiği gibi halen iilen geçerliliğini koruyan/kalıcılaşan olağanüstü hal uygulamaları ağır/ciddi insan hakları ihlallerine yol açmaktadır.
Bir sunuş yazısının amacına sadık kalmak kaygısı ile pek çok açıklama ve raporumuzda yer verilen içinde yaşadığımız insan hakları ortamına ilişkin kapsamlı değerlendirmelere ve insan hakları ihlallerine bu bölümde yer verilmeyecektir.
Bununla birlikte, insan hakları aktivistlerine özelde de İHD ve başkanımız dahil TİHV yönetim kurulu üyeleri ve gönüllülerine yönelik açılan davalar, yine başkanımız ve pek çok kurucu üyemiz dahil Barış İçin Akademisyenlere yönelik ceza verme girişimleri ile “Savaş bir halk sağlığı sorunudur” başlıklı bildirileri nedeniyle yine yönetim kurulu üyemiz, Van temsilcimiz ve gönüllülerimiz dahil Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi üyelerine yönelik ceza verme girişimlerinin kabul edilemezliği vurgusunun bu sunuş yazısında da yer alması tabii ki uygun olacaktır.
2018 yılı içindeki özellikle iki önemli gelişme olağanüstü durumun kalıcılaşması/ süreklilik kazandırılmasına ve demokrasi ve insan hakları ortamındaki tahribatın daha da derinleşmesine yol açmıştır:
Bunlardan birincisi, anti demokratik bir ortamda gerçekleşen 16 Nisan 2017 referandumu ile onaylanan anayasa değişikliği ile kurulmuş olan ve 24 Haziran 2018 tarihinde yapılan Genel Seçimlerin sonuçları ile birlikte uygulamaya konulan “yeni rejimdir”. Bu “yeni rejim” çerçevesinde, tüm yetkileri tek merkezde, Cumhurbaşkanında toplayarak kuvvetler ayrılığı ilkesinin sağladığı güvenceler ortadan kaldırılmış, kendisine bakanları atamaya, bütçeyi hazırlamaya, yargıçların çoğunluğunu seçmeye ve kararnameler ile bazı kanunları yürürlüğe koymaya ilişkin yeni yetkiler verilmiş, Parlamento denge ve denetleme fonksiyonuna sahip bir siyasal kuvvet olmaktan çıkarılmış, yürütme gücünün basit bir meşrulaştırma/onay aracına dönüştürülmüştür.
2018 yılı içindeki ikinci dönüm noktası 31 Temmuz 2018’de Resmi Gazetede yayınlandıktan sonra yürürlüğe giren “yeni güvenlik” yasasıdır. Resmi OHAL 19 Temmuz 2018 tarihinde sonlanmıştır. Ne var ki, sadece 12 gün sonra yürürlüğe giren “yeni güvenlik” yasası ile OHAL iilen en az üç yıl daha uzatılmıştır. Bu kanun ile temel hakların ortadan kaldırılmasına yönelik OHAL zihniyet ve uygulamalarının kalıcılaştırılarak olağanlaştırılması girişiminde bulunulmaktadır.
Sonuç olarak, 2018 yılı içinde gerçekleşen bu iki gelişmenin de etkisi ile hak temelli bir rejim fikri terk edilmiş; hukuk kurumu, minnet ve rıza göstermeyen toplumsal kesimleri susturma ve sindirme aracı haline getirilmek istenmektedir. OHAL’le birlikte kurumlaşan ve yerleşik kılınmaya çalışılan rejim, insan haklarının sistematik ihlalinden öte, ilgasına yönelmektedir. İnsanlığımızı tehdit eden ağır bir kriz haline dönüşen bu durum gerek bireysel olarak kişilerin gerek sivil toplumun ve gerekse bir bütün olarak toplumun üzerinde tahripkâr etkiler yaratmaktadır. Bir yandan ülke içinde ve dışında sürdürülen militarist ve savaş yanlısı politikaların etkisiyle diğer yandan uzun yıllardır uygulana gelen neoliberal ekonomi politikalarının bir sonucu olarak ülke siyasal, kültürel ve ekonomik ağır bir kriz içine girmiştir.
Özel olarak 31 Mart 2019 tarihinde gerçekleştirilen yerel seçimler pek çok açıdan bir yandan günümüzün bir fotoğrafını sergilerken, öte yandan geleceğe ilişkin önemli kimi ipuçlarını vermektedir. 31 Mart gecesi itibari ile toplumun pek çok kesimde yeniden hissedilen temkinli umudun kıymeti aşikar olsa gerektir. Bununla birlikte, değerlere dayalı kural ve kurumlardaki tahribatın ulaştığı ve tahayyül sınırlarını zorlayan boyutun (OHAL KHK’ları ile kamudan ihraç edilenlerin adaylıklarının kabul edilip seçimi kazanmaları halinde ise özellikle HDP’li belediye başkanlarının mazbatalarının iptal edilerek yerlerine başka adayların getirilmesi, seçilen mahalle muhtarlarının görevden alınıp, yerlerine kayyum atanması, YSK’nın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimlerinin yenilenmesi kararı, herkesin tanıklığında partili partisiz insanlara yönelik fiziksel dahil her düzeydeki saldırılar ve saldırganların cezasızlığının sıradanlaştırılarak korunması gibi) üstünde hep birlikte düşünmekte yarar olsa gerektir.
Önceki raporlarımızda da yer verdiğimiz gibi “Her ne kadar bunca çabaya karşın derin tahribat yaratan bu süreç bugüne kadar önlenememiş ise de makul bir sürede bu sürecin önlenebileceğinin üç temel dayanağı üstünde düşünmek yararlı olsa gerektir. Birincisi tarihsel boyut içindeki kısa bir zaman diliminde yaşıyor olduğumuz gerçeğinin ötesinde, tüm bu kötücül süreç sağlık alanında sıkça dillendirdiğimiz gibi insan eliyle gerçekleşmekte olduğu, dolayısı ile “kader” olmadığı için kısa bir süre içinde önlenmesi mümkündür. İkincisi 1980’lerde “resmi” OHAL ortamında kendini var eden ve ortaya çıkışından itibaren “olağanüstü koşullarda insan haklarını savunma ve geliştirme” çabasında olan insan hakları hareketinin biriktirdikleri önemli bir imkân olsa gerektir. Kuşkusuz bu imkânın kıymeti, insan hakları hareketinin uzun tarihini ve bizzat kavramlarını eleştirel bir gözle, taze deneyimler ışığında ele alarak bu hareketi acilen güçlendirme ve etki zeminini olabildiğince geliştirme çabası ile yakından ilişkilidir. Üçüncü olarak ise son dönemde sadece insan hakları alanı ile sınırlı olmayıp yaşanan bu tahribatı aşmak üzere toplumun çeşitli kesimlerinde gözlenen yaratıcı arayış çabaları son derece kıymetlidir. Öte yandan, pek çok düzeyde bir tür “çürüme”nin derinleştiği bu ortamın sürdürülebilmesinin nesnel sınırları olduğu gerçeği yukarıda yer verilen üç dayanağın gereklerinin yerine getirilebildiği ölçüde kendi başına bir başka dayanak anlamına gelebilecektir.
Tüm bu derin tahribat yaratan sürecin sonlandırılması başarıldığında bile olumsuz sürecin etkilerinin bir hayli sürebileceği gerçeği de her halde göz önüne tutulmalıdır. Bu nedenledir ki, bugün hak savunucuları açısından hem dayanışma ve iş birliğinin geliştirilmesi ve güçlendirilmesi hem de yaptıkları çalışmalarda etkinliklerini artırmaları varoluşsal bir mesele olarak özel gündemimizdir.
TİHV, her yıl hazırladığı tedavi ve rehabilitasyon merkezleri raporu ile yıl boyunca işkence, diğer zalimane, insanlık dışı muamele davranış ve cezalandırmalara maruz kalan kişiler için tüm temsilcilikleri tarafından organize edilen fiziksel ve ruhsal tedavi ve rehabilitasyon hizmetinin dokümantasyonunu paylaşmaktadır.
1990 yılında Türk Tabipleri Birliği (TTB) ve İHD ortamındaki çabaların sonucu olarak 32 insan hakları savunucusu aydın ve tüzel kişinin varlığı ile İHD tarafından kurulan TİHV, 28 yıldır işkence görenlerin tedavi ve rehabilitasyon hizmetlerine erişimlerine katkı sağlayan, işkencenin belgelenmesi ve önlenmesine ilişkin çalışmalar yürüten uluslararası tanınırlığı ve saygınlığı olan bir insan hakları örgütüdür. Ayrıca tüzüğünün amaç ve hizmet konularını düzenleyen 3. Maddesinde de belirtildiği gibi uluslararası insan hakları belgelerinde ve iç hukukta tanımlanan özellikle ağır/ciddi insan hakları ihlallerinin önlenmesine yönelik süreli ya da süresiz yayın ve dokümantasyon, bilimsel araştırma ve eğitim yapmak da kuruluş amaçlarındandır.
TİHV, halen Ankara, Diyarbakır, İstanbul ve İzmir illerindeki dört tedavi ve rehabilitasyon merkezi ile 17 Ekim 2015 tarihinde Cizre’de, 13 Ocak 2018 tarihinde ise Van’da çalışmalarına başlayan iki “referans merkezi”nde işkence görenlerin tedavi ve rehabilitasyonuna yönelik çalışmalarını sürdürmektedir.
TİHV’in işkence gören kişilerin fiziksel, psikolojik ve sosyal sorunlarının çözümüne yönelik sunduğu bu hizmet, başta sağlık çalışanları olmak üzere çok farklı uzmanlık alanından sayıları yüzlerle ifade edilen profesyonel ve gönüllü ekipler tarafından multidisipliner bir yaklaşımla gerçekleştirilmektedir.
TİHV, kuruluşundan 2019 yılına kadar 17.462 işkence ve diğer kötü muameleye maruz kalmış kişinin ve onların yakınlarının tedavi ve rehabilitasyon hizmetine erişimlerine katkı sağlamıştır. Tedavi ve rehabilitasyon merkezlerimize 2018 yılında işkence gören ve onların yakını olarak 584 kişi başvurmuştur. TİHV Tedavi Merkezlerine 2018 içinde yapılan 584 başvuru içinde işkence ve diğer kötü muamele uygulamalarına maruz kalan başvuru sayısının 533 (505 başvuru yurtiçinde işkence gören, 18 başvuru Türkiye dışında işkence gören, 10 ağır ve ciddi insan haklarına ihlallerine maruz kalan) işkence görenin yakını olan başvuru sayısının ise 51 olduğu belirlenmiştir. Türkiye’de işkence gördüğünü belirten 505 başvurunun 306’sı (%60,6) 2018 yılı içinde işkence ve diğer kötü muameleye maruz kalan kişilerdir.
Diğer yandan tedavi ve rehabilitasyon merkezlerimizin bulunmadığı illerden başvuru kabulüne yönelik 1993 yılından itibaren sürdürdüğümüz çalışmalar 2018 yılında da devam etmiş ve bu kapsamda 2018 yılında 144 başvuru olmuştur. Yine merkezlerimizin bulunmadığı ve ağır/ciddi işkence ve diğer insan hakları ihlallerinin yaşandığı bölgelere yönelik olarak 2008 yılında başlatılan “Gezici Sağlık Ekibi” programı kapsamında 2018 yılında 6 başvuru rehabilitasyon programına alınmıştır.
2018 yılında 16’sı çocuk toplam 28 yeni başvurumuz özel sosyal destek programına, 6 yeni başvurumuz ise hukuki destek programımıza dahil edilmiştir.
İşkence ve insan hakları ihlalleri ile mücadeleye yönelik multidisipliner ve bütüncül yaklaşımın bir gereği olarak gerek Türkiye’den gerekse de dünyanın farklı ülkelerinden başvuran işkence görenlerin isteği üzerine işkence iddialarının belgelenmesini sağlayan ve özellikle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) gibi uluslararası yargı organlarınca hürmet edilen sayısız alternatif tıbbi raporlar hazırlamıştır. Bu anlamda işkence izlerinin belgelenmesi/raporlandırılması ve işkence görenlerin tedavisi konusunda TİHV adeta bir okul olmuştur. Bu kapsamda; 2018 yılında tedavi ve rehabilitasyon merkezlerimizce toplam 78 başvuru için alternatif adli tıp raporu/ epikriz hazırlanmıştır.
TİHV, Birleşmiş Milletler (BM) tarafından tüm dünyada kullanılması önerilen ve Türkiye Devleti tarafından da adli muayenelerde standart olarak kabul edilen “BM İşkence ve Diğer Zalimane, Gayri İnsani veya Aşağılayıcı Muamele ve Cezanın Etkin Soruşturulması ve Belgelenmesi Kılavuzu (İstanbul Protokolü)’nun” hazırlanmasında öncü bir rol oynamıştır. 20 yıl önce hazırlanmış olan İstanbul Protokolü’nün, hukuk ve sağlık alanındaki gelişmeler ve dünya genelinde yeni işkence yöntemlerinin ortaya çıkması nedeniyle İstanbul Protokolü Eki (Supplement to IP-IPS) çalışması sürmektedir. İnsan Hakları için Hekimler (PHR), Uluslararası İşkence Görenler Konseyi (IRCT), REDRESS ve TİHV tarafından BM organları da dahil edilerek koordine edilen bu çalışmanın İstanbul Protokolü’nün yayınlanmasının 20. yılı olan 2019 yılı sonuna kadar bitmesi planlanmaktadır.
TİHV, Türkiye’de ve dünyanın birçok yerinde binlerce sağlıkçı ve hukukçunun katıldığı başta İstanbul Protokolü Eğitimleri olmak üzere pek çok eğitim organize etmiş ve etmekte, yanı sıra işkencenin tespiti ve tedavi süreçlerinin etkinliğini arttırma amacına yönelik başlıklar başta olmak üzere pek çok bilimsel çalışma yürütmüş ve yürütmektedir.
İşkencenin belgelenmesi ve tedavisi yönünde sürdürdüğü öncü çalışmalarının bilimsel ve objektif niteliği uluslararası planda da büyük ilgi ve kabul gören TİHV, pek çok bilimsel kongre ve toplantıya davet edilmiş ya da bizzat organizasyonunda görev almıştır.
İşkence ve kötü muamele gören kişilerin birçoğu karmaşık travmanın başka bileşenlerinden de etkilenmektedir. Mümkün olduğu kadar kapsamlı bir onarım için tıptan daha fazlasının gerekli olduğunun bilinciyle, TİHV karmaşık ve sürmekte olan toplumsal travma ile baş etme sorununu da ele alan daha bütüncül ve çok disiplinli bir programın geliştirmesini için 2004 yılından bu yana çalışmalar yürütmektedir. Bu bağlamda 2000 yılından beri ulusal ve uluslararası düzeyde eğitim, panel, sempozyum vb. etkinlikler ile toplumsal travma ile baş etme programını birbiri ile ilişkili üç ana başlık (hakikat, adalet ve onarım) çerçevesinde ele almaktadır.
TİHV, Türkiye’de yaşanan insan hakları ihlallerini düzenli olarak izleyip doğru, hızlı ve sürekli bir biçimde ortaya çıkarmak ve böylelikle ihlalleri önlemek amacıyla iki dilde (Türkçe ve İngilizce) günlük ve yıllık insan hakları raporları ile özel ihlal ve olaylara özgülenmiş raporlar yayınlamaktadır. Bu kapsamda başta işkence olmak üzere ağır/ ciddi insan hakları ihlalleri dokümantasyonuna yönelik objektif ve güvenilir bir sistem geliştirmiş ve önemli bir bilgi birikimi oluşturmuştur.
Demokrasi ve insan hakları değerlerinin yaşamsal bir tehlike ile karşı karşıya olduğu günümüzde işkence ve diğer ağır/ciddi insan hakları ihlallerinin önlenmesi ve onarım süreçlerine yönelik gerekliliklerin yerine getirilmesi doğrultusunda, TİHV 2015-2019 Strateji Planı da göz önüne tutularak özel çaba gösterilmektedir.
İçinde bulunduğumuz dönemde meşruiyet alanımızın genişletilmesi, çalışmalarımızın nicelik ve niteliksel olarak daha da kuvvetlendirilmesi, özel olarak kapatılmış kimi insan hakları kurumlarının ve ihraç edilmiş akademisyen ve diğer insan hakları savunucularının çalışmalarının sürdürülmesine belli ölçüde de kolaylık sağlamak amacı ile çok özel bir çaba içine girilmiştir.
Bu kapsamda Cizre merkezinin tahkim edilmesi ve Van referans merkezinin oluşturulması dahil Türkiye’deki çalışmaların yanı sıra Filistin ve İsrail’deki çalışmalarımızın sürdürülmesi konusunda önemli bir imkan yaratan özel bir proje;
yine kimi kapatılmış kurumlarda faaliyet yürüten hak savunucularının ve ihraç edilmiş bir kısım akademisyenin çalışmalarını mütevazi düzeyde de olsa sürdürme olanağı verecek olan, yanı sıra travma enstitüsü hayalimizi belli ölçüde de olsa somutlaştırma olanağı verecek “Travma ve İnsan Hakları Enstitüsü” başlıklı bir başka proje,
Ege Üniversitesinden “ihraç” edilen akademisyenlerle birlikte hazırlanan, ihraç edilen akademisyenlerin çalışmalarına destek olmanın yanı sıra “Travma ve İnsan hakları Enstitüsü” perspektiine katkı sağlamakta olan üç ayrı projenin iki yıllık dönem için bile olsa uygulamaya sokulması bu dönemde önemli bir imkan sağlamıştır.
Bu gelişmelerin sonucu TİHV çalışmalarının hacmi, içinde bulunduğumuz iki yıllık süre için, iki buçuk kat oranında arttırılmıştır. Özel olarak içinde bulunduğumuz koşullar da göz önüne alındığında, TİHV ortamı “iş” hacminin “niceliksel” olarak yakla- şık iki buçuk kat artmasının gereklerini yerine getirebilmek için doğal olarak çalışma süreçlerinin organizasyonunun ve görev dağılımlarının daha da berraklaştırılmasına yönelik çaba gösterilmektedir. Öte yandan, önümüzdeki süreçte çalışmalarımızın “niteliksel” olarak da kuvvetlendirilmesine yönelik “sahici” programların geliştirilmesi konusu tüm vakıf ortamının katılımı ile hazırlıklarına başlanılan TİHV 2020-2024 Strateji Planının öncelikli başlığı olmuştur.
TİHV’in temel misyonu yaşamın her alanında işkencenin önlenmesi mücadelesine katkı sağlamak ve işkence gören kişilerin yaşadıkları travma ile baş edebilmelerine ve fiziksel – ruhsal – sosyal açıdan tam bir iyilik haline ulaşabilmelerine katkı sağlamaktır. Başka bir ifadeyle, ağır insan hakları ihlallerine maruz kalan kişi ve topluluklara yönelik bir tür “toplumsal özür dileme” ortamı oluşturmaktır.
Hiç kuşkusuz tüm bu çalışmaların, TİHV’in yıllardır maddi ve manevi büyük bir özveriyle görev yapan kurucular kurulu üyeleri, yönetim kurulu üyeleri ve çalışanlarının yanı sıra ülkenin dört bir yanında aynı amaç için bir araya gelmiş başta sağlık çalışanları, hukukçu ve insan hakları savunucuları olmak üzere farklı toplumsal kesimlerden ve uzmanlık alanlarından yüzlerce duyarlı insanın ortak eseri olduğunu bir kez daha paylaşmak isteriz.
Bu çalışmalara katkıda bulunan, bizi yalnız bırakmayan tüm dostlarımıza, çalışmalarımıza başından bu yana destek veren başta İnsan Hakları Derneği ve Türk Tabipleri Birliği olmak üzere ilgili tüm kurumlara, bir kez daha şükranlarımızı sunarız.